29 Aralık 2011 Perşembe

Aynadaki Savaş

Aynadaki Savaş...




Bir gün yine yollara düşeceğim. Bir gün bu yaşadıklarım, bana sanki bir başkasının hayatı gibi uzak ve bir o kadar da sessiz gelecek. Bir gün yıldızlara uzanacağım ve o zaman yapmak isteyip de yapamadığım ne kadar da az şey olduğunu göreceğim.
Sonsuzluğu önermişlerdi bizlere. Hep hayallerimizde sonsuz olmak yok muydu?
Bir gün sonsuz olacağız, sonumuz olduğunda. Sonlar yeni başlangıçların habercileri olacak.  Ve yeniden başlarken yeni bir yaşama, adı eski yaşamımızın sonu olacak.
Kaç kişi ölürken düşünebilmiştir ki öleceğini. Neden sanki yaptıklarımız, yapamadıklarımıza dair bir takım özlemler, hırslar içeriyor? Savaşların tam ortasında buluyoruz kendimizi, hayatın diğer adı da mücadeleymiş, neden? Bir gün sonsuz olmayacak mıyız nasıl olsa?
Şimdi artık gözyaşı akmalı hayatımız için. Yapamadıklarımız, yaptıklarımızdan o kadar az ki, sanki başka bir rüyayı dışardan seyre dalmışız da birinin bizi uyandırmasını bekliyoruz. Uyandığımızda da yaşam olacak diğer adı uykumuzun, o yüzyıllar süren uykumuzun.
İki gündür dayanılmaz ağrılar çekiyorum. Sanki yüzyıllar süren uykumun son iki gününü yaşarcasına ve uyanışımın ardından başıma yerleşen ve tüm bedenime yayılan ağrılar gibi. Kafamın içinde yüzlerce çocuğun çıkardığı gibi derin ve etkili bir uğultu var. Uğultu, tüm benliğime yayılmışçasına, her yerimi kaplar halde. Sanki kötü şans gibi ve hiç bitmeyecek. Aynı genç vakitleri gibi hayatın, akla gelmeyen yaşlanma ve ölüm gibi. En güçlü silahım, umutlarım ellerimde oysa ki. Ellerimde sahip olduğum düşlerden başka var oluşum ve bunu sonsuzluğa kadar sürdürebilmem için yeterli olmayan fakat öldürmeyen yeterlilikte bir umut bu.

Gerçekten bir son yok belki. Ya da en azından yaşamda yapamadıklarına dair sonlar yok. Sen ve biz hiç kurgulanmayan düş yumaklarında, soğuk ellerimizi bir birimize değdiremedik hiç. Ellerimiz bir birine değecek olsa, düşlerimiz birden akıl almaz yangınlar başlayacakmışçasına  kıvılcımlar saçılıyordu etrafa. Aslında ben; senden ya da sen, benden faklı değildik.. Ama nedeni olabilecek, muhtemel kaçışlarının nedenlerini, senden daha da önce anımsıyor ve hatta senden daha iyi ifade ediyordum. İfadelerim  hayat kadar acımasızca olabiliyor. Bazen kelimeler her şeyi anlatıyor ve kelimelerin büyüsü tüm hayatı kaplıyor. İşte o an dünyada olduğum için korkuyorum. Elimde sanki en iyi çelikten yapılmış ve çift sulanmış bir kılıç var, hayata ve sana karşı sallıyorum. Hayat bu savrulan darbelerden senini etkilendiğin kadar etkilenmiyor, sen ilk darbede ölüyorsun. Ancak sen ve biz, ayrı düşleri aynı anlatabilecekken sen gördüğün düşleri gerçek sanıyorsun ve ben asıl gördüklerinin gerçek ve yaşadıklarının bir düş olduğuna inanıyorum. Hangimizin haklı olduğunu gerçekten bir sonumuz olmadığı zaman yani sonsuz olduğumuzda öğreneceğiz.  İşte o zaman senin ya da benim; “ ben bunun farkındaydım!”,  gibi bir bakışla, diğerinin yüzüne bakma hakkı doğacak. İşte o zaman şimdiki yaşadığımız her şeyin nedenlerine de ulaşmış olacağız. Hayatı sorgulamak için gereken her şey var ellerimizde. Ancak sorgulamak hayatı bilindiğinden kolay bir şey değildir. Ki ne kadar da tarafsız olsan bile, kendini yargılamaktan da kurtulamazsın. Yaşam bazen bu denli garip ve dayanılmazdır. Kafatasının içinde, yeni sirkten çıkmış yüzlerce çocuğun gürültüsü dolaşır. Ancak sen ve biz ne o çocuklar kadar gürültü yapabiliriz, ne de o kadar taze bir ruha sahip olabiliriz. Sen ve biz  yüzlerce yılın ve ardında kalan yolun izlerini taşırken yüreklerimizde, ellerimizde sahip olduğumuz birkaç kırık düş ve onlardan oluşan yıkılmaz bir  kalemiz olduğunu unutmuşuz. Ufak sarsıntılar geçirmiş yüreğimiz ve bizler her seferinde yıkılır sanmışı içimizdeki güçlü kale, bilememişiz. Nedeni çok basit.
Ne ben bir yaratığım, ne de sen yaratık olmayanlara zaman ayırabilecek biri.
Ölecek kadar cesurduk elbette, fakat ölümün soğuk yüzünü görmeye alışamamıştık hiçbir zaman. Herkes kendi taburesini itmekte ısrar ediyor nedense. Bunun öldükten sonra o kadar da büyük bir önemi olduğunu düşünmüyorum. Tabi anlatmak istediğin aman ne kadar da erkekti ölürken değilse.
Ancak yaşamın ikizi olan ve belki de yaşamaktan daha güçlü olan ölüm ve sonsuzluk çaldığında kapıyı, ona merhaba diyebilecek kadar da cesur olabilmeli ademoğlu. Tıpkı senin ve bizim kaderimizi bir yerden sonra değiştirmeye ve ölümü gülerek karşılayabileceğimiz kadar cesur olabileceğimiz gibi.

Ve her yer yokuştu. Zirve denilen yer görünmüyordu. Sen ve biz ısrarlıydık. Herkes kendi yokuşunu tırmanacaktı ve zirvede devam edecekti yüzyıllar boyu devam eden savaş. Sen ve biz asi topraklardan sürülmüştük başka ülkeler arıyorduk, gittiğimiz her yer geldiğimiz düşten kötü çıkıyordu. Kabus diye tutturuyordu bazıları. Kabuslar hayatın gerçekleri değil miydi oysa ki? Bazen hayat böyledir deniliyordu, kabus görülür her vakit.
Yaşamda savaş zirvelere varmadan başlamıştı, altlarda yer tutanlar bile güvende değildi. Ben artık yoruldum. Hatta belki ölecek kadar gücüm kalmadı diyordu bazıları. Sen ve biz ölüme kardeş bakacak kadar deliydik. Deliydik çünkü halen aşka inanır halimizden sıyrılamamış  ve her aşık oluşumuzdan sonra yaşadığımız her ayrılık bizim yüzümüze bir gülümsemeden başka, kabrimize bir sızı bırakmıştı, kimselere belli etmeden.
Son noktayı koymak için direnecek ve hatta kuleler yapacak kadar da birbirimize ait olmaktan bahsediyordu sonu gelmeyen yazıtlar. Sen ve biz yanlış meyveleri yediğimiz için cennette herkese alay konusu olmuştuk. Sen ve biz öldük sanılan düşlerden artakalan aşka inanan üç beş yitik bedenin yazdıkları ile avunur hale gelmiştik. O bedenler bile kendi yaptıklarına bizler kadar inanmışlardı. Cennetten kovulduğumuzu duyan her kes bize gülüyordu, biz ise neden kovulduğumuzu biliyorduk. Bizi sadece Tanrı anlıyordu. Çünkü bu düş aleminin orta yerine bizi salan ve tüm benliklerimizin içine o bazen acı veren sevgi tohumlarını koyan o değil miydi? 

Oysa yaşamda akranlar vardı. Onlar bizden faklı değillerdi diye yalanlar söyledik. Onlar faklıydı. Aşka inanan neden sadece sen ve bizdik. Bu kadar çaresiz miydi kurduğumuz düşler ve düşlerden arta kalan gülüşler ve göz yaşları? Yüreklerimizde her gün bilinmez savaşlar çıkar, bu savaşların sonunda kazanan bir taraf olmazdı. Hep beraber yenilirdi yüreklerimiz. Günler sanki sonu belli olmayan bir düşü kovalamakta geçerdi. Bazen yerlere düşer, bazen de ayakta öleceğim  diye direnirdik.
Sonu gelmez hırslar içerisindeydi yüreğim. Bazen kanardı ve ona kanamayı ben öğretmiştim. Kanayan yüreklerden kurulu bir dernek toplantısından faksızdı seninle olan çarpışmalarımız. Ve aramızdan birinin korkması, en doğrusu  olur diye geçti birimizin içinden. Tüm haber bültenleri, dışarıda dolaşırken ceplerimizde hayallerinizi sıkı tutmamızı ve aramızdan birinin ivedi şekilde korkmasının gerektiğini ve bu yönde tedbirler alınmasının gerektiğinden bahsediyorlardı. Hep sonu gelemeyen zamanlar için düşlerimizi ceplerimizde sıkı sıkıya tutmuştuk. Aşka inancımız kendimize olan inancımız yanında neredeyse yok denilecek kadar azdı. Ve aşk her seferinde yenik düşüyordu, benliklerimiz karşısında.

Sen ve ben aynı yerde değildik ve aynı yerlere belki de yıllar boyuda gelemeyecektik. Sen ya da biz asla bir randevumuza tam vaktinde yetişemeyecektik. Senin, bizde keşfedebileceğin hiçbir şey kalmadığını söylüyordu bir şarkı başka diyarlardan  kısık bir sesle.Ama senin içinde, yılların neden bu kadar hızlı geçtiğine dair bir takım garip sorular doluydu. Cevabını ne sen, ne de biz biliyorduk. Biliyorum diyenlere soruyor  verdikleri yanıtlar yetmiyordu bize. Kendi cevabımızın peşine düşmüştük.
Sen ve biz öte sahilde tutulmuş ve başka bir sahile pazarlanmış ve üzüntülerine kar marjı konmuş ağdaki birkaç balıktan ibarettik. Ağlara nasıl da gaflet içinde takıldığımızı bildiğimiz halde tekrar tekrar aynı tuzağa düşmüştük
Oysa sen balıkçı ve hatta kahraman olunabileceğinden, var ile yok arasındaki garip çizgiden bir sıçrayışta geçilebileceğinden söz ediyordun. Sana benim dışımda o kadar çok kişi inanıyordu ki, ağları her yırtışımız bir başka inanca doğru yeni bir yakalanma oluyordu bizim için.
Hadi yine söyle! Utanma, çekinme  ve ekle her şey aslında bildiğimizden daha da gereksiz diye. Onlar ve sen aynada saçlarınızı tararken, biz maalesef sahip olduğumuz diğerinin, aynada kaybolmasından korkuyorduk. Aynanın ardında başka bir savaş vardı ve biz o savaşı sen tarağı her eline alışta adeta bir başka cepheyi kaybedercesine yeniliyorduk. Ne önemi var ki? Zaten düştüğümüz yolda yenilmişliğimiz ve cennetten kovulurken yediğimiz yanlış meyve
bizi tanımlayan birkaç özet cümle değil mi ki? Yediğimiz meyve daha cennetin kapısından dünyaya uzanmadan bir başkası tarafından  çalınmamış mıydı?  Dünyalar yıkılıyordu bazen. Yıkıntılar arasında kalıyordu, senin ve bizim gibi aşka ve onun bir gün hak ettiği gururu yüreğinde taşıyacağına inanan ve sen aynada saçlarını tararken, yine aynı cüret ve  istekle başka savaşları çıkaran bedenler. Ama hiç korkmuyorlardı kendi ölümlerinden. Korktukları başkalarının kanı ve onların ölümüydü. Bu denli yaşama inana senden ve bizden başka kim olabilirdi ki?

Sen ve biz, bunlar olalı kaybettik savaşı zaten. Takım doğru koşullar faklı ..
Hayat şimdi üç bir önde ve oyunun sona yaklaşması için bir yarım devre var belki, belki de yok. Savaşacak kadar gücünün olmadığını ve bazen şartlanmaya ihtiyaç duyduğunu biliyorum. Çünkü senin ve bizim gibi olan ve yaşamın bu ağır yükünü yalnızlık denen acı şurupla beraber içen her yüreğin bunu bir şekilde hissettiğini anlayabiliyorum.  Kelimeler ve onlarla kurulan o büyük cümleler bile bazı anlarda sana ve bize yeterli olmuyor. İşte bu, akranlara karşı olan en önemli üstünlüğümüz. Çünkü damaklarımıza takılıp kalan aşkın ve hayatın tadını en iyi şekilde yaşıyor ve yaşatıyor oluşumuzdan kaynaklanıyor bu da. Yenilmeden ve herkes tarafından söylenen yalanlara ve inkârlara aldırmadan yüreğimiz olabildiğince cesur olacak ölene dek. Bu kimseler için belki bir anlam ifade etmeyecek ama bir gün seni ve bizim yaşantılarımız, hayallerimiz ve ellerimizde tuttuklarımız bir gün başka bedenlere ve onların içinde hapis olmuş yüreklere numune olabilecek. İşte o vakit asıl galip belli olacak.  Yenilsek dahi galip gelen biz olacağız. Çünkü bildiğimizi yapmış olmanın ve kimselere yalan söylemeden, olanları çarpıtmadan bir ejderha görmüş olsak bile anlatmış olmanın verdiği huzur olacak ruhlarımızda. O zaman aşk bu oyunda bizim yanımızda olacak. O zaman dağların yeşiline adanmış kokuları bir bir çekebileceğiz yüreklerimize. O zaman aşka olan inancımız yeniden sevmelere neden olacak. O zaman daha da bir güçlü olacak aşka ve yaşama inancımızla kurduğumuz hayaller.
Haydi durma! Al eline tarağını. Bu gece ben senin için içimdeki kötüye karşı bir cepheyi daha kaybetmek için hazırım. Biliyorum başkalarının kanı ve ölümü senide beni korkuttuğu gibi korkutuyor. Haydi durma al eline tarağını. Aynanın ardındaki bu savaşta ölmeyeceğim merak etme. Sen aşk ile tara saçlarını. Ben olduğum yerde ölmeyeceğim kuşkusuz. Ölümüm için bu yetmeyecek biliyorum. Belki bir defa daha kanayacak yüreğim. Ama biliyorsun ki ona kanamayı da ben öğrettim. Yüreğim kanadıkça içimdeki pınarlar kendini yenileyecek. Bu beni öldürmeyecek. Sana ve bize yeni bir umut olacak yüreğimin yeniden doğuşu. Biliyorum ki umut en güçlü silahımız kötüye karşı olan savaşımızda. Biliyorum ki umut bitti diye danslar ediyor içimizdeki şeytanlar, biliyorum yine başka oyunlar olacak yeni savaşlarımızın tam kazanmaya en yakın olduğumuz yerinde. Biliyorum ki bir başka oyunun daha tam ortasında olacağız sen ve biz. Ve yine hayat taraf tutuyor olacak. Ancak biz tekrar tekrar doğacağız.  Aşkla ölümle olduğu kadar sık karşılaşacağız.















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder