3 Ocak 2012 Salı

Çoban Yıldızı


Çoban Yıldızı




En parlak olanını seviyorum yıldızların. Sen hangisini seviyorsun. İşte bak orada. Tüm çıplaklığıyla duruyor tam başımızın üstünde. Düşünsene bir; ona, sana yakın olduğum gibi yakın olsam, gözlerim seni gördüğü gibi görebilir miydi onu? Acaba neden bu kadar parlak ve hüzünlü. Sanırdım ki bir şey parlaksa, yani etrafına ışık saçarsa, kendini hiç de yalnız hissetmez. Ancak çok hüzünlü görüyorum onu. Sanki bilinmedik bir derdi var ve söyleyebileceği kimseler yok gibi. Aslında o kadar parlak ve ışıklarını hiçbir şeyden esirgemeyen bu denli bir güzelliğin, herhangi bir derdi olsa bile söyleyebileceği varlıklar olması gerek diye düşünüyordum. Oysa; yanılmışım sanırım. Ama her zamankinden daha da güzel benim için.  Hayatın beni saçıp savurduğu yüzlerce coğrafya içinde her gittiğim ve terimin birkaç damlasını bıraktığım her yerde en  çok sevdiğim o oldu. Çünkü bir ulaşılmaz var onda biliyorum. Bazen sesini duymak için elimden gelen her şeyi yapar, hangi dağın ardına gizlendiğini merak ederdim. Bazen onu göremez, suçu ya bir buluta yüklerdim ya da gecede hiç aman vermeden uçuşan kuşlara. Oysa ki ona olan bağlığım her şeyden de öteydi. Sanki doğmak kadar beni bu hayatın bir parçası yapıyor ya da bir gün yüzünü çevirmesiyle bu dünyadan ayrılıyor ve ağırca bedenimin eridiğini hissediyordum. Yok olmak değildi bu; sadece içimden kopup beni başka diyarlara sürükleyen bir haldi. Bu hal ki beni, belki de binlerce defa ölsem daha da  yaşar hale getirecek bir haldi. Resmi yoktu hani bir anlık bile olsa görmek istesem, hemen yüreğimin üzerinde sakladığım. Ama işte başka bir tutku de bunun adına. Yoktu yani seni hatırlatacak hiçbir şey.

Bazen ay yüzünü saklar ve her yer karanlıkta kalırdı. İşte o anlarda bana seni anımsatacak yegâne şey yine o uzakta görünen yıldız olurdu. Ne yerlere düşlen kavak yaprakları, ne de akan sular bir yerlere götürürdü beni. O vardı ya! Başka hiçbir şeye gerek yoktu.  Bir düş kaç defa daha bilinmeden, bilinmezlere doğru ellerinin arasından uçup gider ki? İşte bak o sevdiğim yıldızlardan biri daha  kayıp gidiyor. Oysa ki en karanlık gecelerin soluk fakat cana can katan ışığı değil miydi o ?  Kesik bir el gibi ayrı, bir başka bütün gibi yalın ve kendinden  haberi olan, bu belki de olacak tek düşü ardına gitmiyor muydu o yıldız. Yıllar evvelinden bu güne düşen tek rüya bu belki. Artık kendi varlığım için ya da bu kadar olabilen ters ve terkedilmiş yaşam için neden bu böyle diye  sorgulamıyorum. Yaşam hep bana aynı oyunu oynamakta ısrar ediyor. Oyun, senden ve bizden ayrı değil. Sonu hep yollarla bitiyor. Garip bir dünya bu dünya. Herkes kendi ışığı yanana kadar bekliyor senin kandilinin başını, kendi ışıklarını bulduklarında ise elveda diyecek zamanı bile bulamıyorlar nedense.  Bu bende yanan bir ateş değil oysa ki.
Yaşam olmuş ellerimin arasına yapışıp kalan. Kanımla bile temizleyemedikten sonra adı başka bir şey olsa ne fark eder?  Geceleri buralarda olmayı seviyorum. Bana hayallerim gibi geliyor burası. Bu ısız, bu kimselerin olmadığı tepecikte. Sanki birkaç kuş ve benden başka bir tek o var gibi geliyor bana. Ne kadar da güzel olurdu kim bilir; onun hayali değil de kendi şu an burada olsaydı. Ama maalesef hayat her zamanki garipliğini sürdürmeye kararlı. O burada olamayacak ve ben yine o tarifsiz acılarımı,  kandilim sönene kadar başkalarıyla, kandilleri yanmaya başladığı vakitse yalnız çekeceğim.  Garip bir oyun bu. Aslında burada olabilirdi. Sadece yapmam gereken onun tarafımdan ne kadar çok sevildiğini anlatmaktı.  Ama hiçbir zaman olamadı bu. Bu bendeki garip sevda sana bunu anlatabilecek kadar cesur olamadı nedense. Belki de böyle uzaklardan sevilmen en güzeli olmuştu, bu benim sana tutkulu yüreğim için.  Hani cesur olabilmek vardır ya; işte o senin karşına geçip de haykırmak demekti benim için. Oysa seni tüm dünyaya haykıracak kadar seviyorum. Ama tüm dünyanın öğrenmesinde de değilim, korkum senin öğrenmende, o gül yüzünü bana dönmende. Bu da nasıl şey böyle deme sakın, işte hal böyle. Sana bakarken bile uzaklardayım. Yani sen bilmiyorsun ve ben olabildiğince güvendeyim. Geçmek bilmiyor, adı sensizlik olan gecelerin, o kimi zaman hüzün, kimi zaman neşe dolu saatleri. Canım sanki içimden bir yerlerden alınıp da gidiyor. Güller kanıyor, ellerim diken oluyor. Gün yüzün hep başka yerlerde oluyor ve sen benim seni nasıl sevdiğimi bilmiyorsun. Sanki bir bülbül gibi oluyorum sen gülmeye başladıkça. Etraf bazen boran, kar oluyor ama senin olduğun her yer bahar bahçe. En çok senden açan çiçekleri seviyorum. İçim alevleniyor onlara bir sefer dokunduğum da. Ay bir sefere çıkıyor sanki. Gök yüzü gülümsüyor, sana ait olan o seferlerinden döndüğün vakit. Yaşam seni alıyor önce, sonra da seni bilmeden bana getiriyor.
Bir düşün aydınlanması, ya da toprağın ekildiği zamanki mutluluğu gibi bir his doluyor içime. Senin gitmelerini anlatacak kadar cesur değil yüreğim. Tıpkı seni nasıl da sevdiğimi söyleyemediğim gibi. Ama bil içimde birden silahlar patlıyor. Birden gök siyaha, ten mora çalıyor. Kuşlar şarkılarını kesiyorlar bir yerlerden daha ağıt sesleri yükseliyor göğe.
İşte o vakit sen her zaman bana ışıl ışıl baktığın yere gök yüzüne sana ait olan yerine geçiyorsun. O an bitiyor içimdeki tüm o can yakan düşler. Uyanıveriyorum asırlar süren uykumdan. Yaşamaya başladığımı anlıyorum. Ve diyorum ki: “Şükürler olsun ki gelecek!” Eli belki yine ellerimde olmayacak ama onunla aynı güneşin sıcaklığında uyanacağız yeni bir güne.  Yüreğime vurulan kelepçelerden kurtuluveriyorum o an, içimde yağmur seslerinin aksi yankılanıyor. Ellerim ısınıveriyor, gözlerim geleceğinin ilk gecesinden sabaha kadar hiç mi hiç kapanmıyor.

 Ve yine o vakitlerden biri daha. Birkaç gecenin sabahı olmadan burada olacaksın. Yine ben seni uzaklardan sevmeye devam edeceğim. Senin ne olduğundan haberin olmayacak. Belki bu sefer bir delilik yapıp sana ne denli tutkun olduğumu söyleyebilirim. Ama zamanı da vardır elbet. Birden bire söylenemez ki bu tür şeyler. Zaman her şeye ilaç derler, buna da çaremidir acaba. Çaredir ya, ne olacak? Sanki ona haykırırsan üstümdeki kara gök tepeme mi  çökecek? Yoksa altında mı kalacağım toprağın? Olsun varsın gök ve toprak bizden değil midir ki?! Göğe ve toprağa karışma korkusunu tadamadan yüreğim, olduğum gibi senelerin sevdasını haykırmak, işte   bu olacak hayatımın en muazzam savaşı.  En aşağılarda başlayıp, tepelere kadar süren savaşların hiçbir cephesinde galip gelememişti yüreğim. Hayat hep bir tarafı tutmuş ve onun kazanması için elinden gelen her şeyi yapmıştı sanki. Gece üzerime gelmiş, bulut yağmurunu vermemiş, güneş açmamış, içinden hayat ve ölümün eş zamanlı olarak çıktığı toprağı ki; anadır yaşayan için, ellerimle kazmak zorunda kalmıştım yüzyıllar boyu. Ama gözüm hep yukarılardaydı. Yanlış anlama, yukarılardan bahsediyorum ama baktığım yer bir kralın halkına baktığı ya da süvarinin yayaya baktığı yer değil. Baktığım bir yüksekten uçan kuşun uçtuğu yer ya da senin her gece bulutların ardına saklanmadan önce tüm aydınlığını verdiğin yerler. Sana yakın olan her yer anlayacağın.
İçim kıpırdıyor. Bahar senin gelişini müjdeliyor. İçimde açan her tür çiçek ve etraflarında kokularından sarhoş olmuş böcekler dolanıyor. Gelişin muhteşem. Hem elimde yokluğun, hem de varlığın var. Yani bir elimde ay, öteki elimde güneşi tutuyorum. Gelişinle ay tutuşuyor. Geçit vermez denen yollar birden önünde saygıyla eğiliyor ve ovalar oluyor. İnsanlar geliyorlar bu verimli toprağı sürmek ve ekinlerini, sen de güneşte,  kurutmak için. Kuşlar bu geceden seni karşılamak için yollardalar. Adeta kanatlı atlara benziyorlar. Yüzlerinde gelişinin huzuru var.  Biliyorlar ki ekinler coşacak ve karanlığın ardından mutlu güzel bir hasat olacak. Hasada en çok bu yabanda bir başına gece nöbetini tutan, o aydınlığını etrafa saçan biraz mahcup, biraz nazlı olan yıldızı bekleyen ben sevineceğim. Umutlar hep gecelerde yol oluyor ve gidiyor anlaşılan. Yolların sonunda ümit var. Yarınlara geçit vardır hep. Savaşmak ve ona ulaşmak gerekiyor yapılması gereken sadece bu. Ama ne kadar da gece karanlığını savursa da üzerine, seni bekleyen tüm o kötülükler başından eksik olmasa da yapılacak tek bir şey var. Elimdeki güneşi umutla sabırla ovup, parlatmak. Her zaman doğudan yükselen güneşi, sabırla parlatmak gerekiyor. Aydınlık yarınlara kavuşmanın tek yolu budur maalesef. Her şeyi gelişine bağlamak da değil yaşam. Gelişin sadece eksik olan bir taşın duvardaki o önemli yerine oturması sadece. Her şey hazır. İşte bir kez daha parlattım güneşi. Her kes güneşin doğudan o kadar parlak bir halde kendiliğinden doğduğunu sanıyor. Ne yazık ki hayatta en çok olunan şeyi yine oluyor insan bu durumda da. İsimsiz bir kahraman. Kanatlarını sonuna kadar açmış ve yaşanmak üzere bekliyor yeni bir hayat. İçinde tüm güzelliklerin bulunduğu, ve güzelliklere düşlerin katılıp beraber, el ele yoğrulduğu bir hayat. Böcekler sabahın ilk ışıklarıyla saklandıkları deliklerden çıkıyorlar. Ellerinde baharın getirdiği taze otlar var. Çenelerinde ezilirken o otlar etrafa yaşamın kokusunu bırakıyorlar. Hayatın devam ettiğinin en güzel kanıtı bu. Kokular burun deliklerinden  içeriye sabahın ilk serin rüzgarıyla beraber giriyor. Güneş yükselmeye devam ediyor. Bu gün harika olacak. Güneşi  tüm gücümle parlatmam işe yaramış.  Güneşin yükselmesi, o başını ve ışığını beklediğim en sevdiğim yıldızın gözlerimden uzaklaşmasına neden oluyor. Ancak bu bir umutsuzluk değil. Bu içimde baş gösteren ışıldamalar için sadece bir neden ve sonuç olacak biliyorum.

 İşte oradalar. Günün ilk ışıklarıyla beraber insanlar da saklandıkları yerlerden çıkıp, tüm gün sürecek ve sürekli ana gibi sıcak olan toprağa düşürecekler alın terlerini. Tatlı tatlı ürünler sunacak o da elbette. Bir gün her canlı gibi insanoğlu da ekecek bedenini ölüm kadar soğuk olan toprağa. Toprak tekrar ana olmak için kabul edecek insanoğlunun bedenini. Yenden ekinler büyüyecek. Her şey akıl almayacak bir düzen içerisinde yürüyecek ha yürüyecek. Bu devir daim içinde toprak her zaman aynı yerde bekleyecek, bedeninden geçen yolcuları. Çünkü ana olacak her canlı için. Herkes bir gün mayasından bir parça olacak toprağın. Bahar işte bunun habercisi. Senin gelişinle bu bir kez daha aklına düşüyor insanın. Çünkü her gidişin seni bekleyen diğerlerinden farklıydı benim için. Benim için gidişin ruhumun her seferinde ölmesi ve her gelişin de bahar da tekrar canlanmasıydı. Bahar benim için senede dört defadan fazla yaşanıyordu. Doğa ile ruhum arasındaki tek fark buydu. İşte bahar yeniden. Kıştan yani ölümden sıyrılan ruhum yine yaşamaya adanmış kırlar ve üzerindeki canlı hayatı gibi başlıyor yenilenmeye.
Gün yüzünü gösteriyor. Ekinler ve aralarında başka dünyaları yaşayan herkes katılıyor bu coşkulu halaya. Sen hariç hepsi biliyorlar, neden ben her gece bu parlak yıldızı bekleyerek çekiyorum bu halayın başını. Evet en önde ben varım çünkü bu benim hakkım. Halayda da yaşamda da en başta olacak olmam gereken yer. Bunu sende öğreneceksin. Bu senin de hakkın çünkü.

İşte seremoni bu. Son hazırlıklar tamam. Düşlerim, düşlerime kattığım ellerin hepsi bir arada olacak. Denizlerin dalgaları birden durulacak. İçimde çıkacak olan fırtınadan korkacak balıklar ve balıkçılar. Doğanın, bahara uyanırken çıkardığı bin bir canlıya ait sesler birleşecek yüreğimde ve en derininden en yumuşak haliyle seslenecek sana. O zaman sende bileceksin, bahara uyanırken dünya, nasıl da bin bir ses bir araya gelir ve yürekten söylenir. Otlar  ve içindeki canlılar; benim sana onların bedeninden aynen aldığım ve yüreğimin içinde sana biriktirdiğim onlarca baharın sesini sana sunmamı bekliyorlar. Bekledikleri olacak. Yaşam, yerden fışkıracak ve tüm dünyaya bulaşacak. O zaman nedensiz bir bekleyiş olmadığını, doğadaki herkes öğrenecek.
İşte yaklaştın. Halay başladı bile. Gecelerden sonra parlatılan güneş, ışıkları ile zavallı bedenlerimizi ısıtıyor. Yakınsın gözümden akan yaşlar kadar. Uzaksın çünkü sana daha söylenmemiş o kadar çok sözüm var. Bu defa bulacağız bir orta yolunu bu yakınlık ve uzaklıklarımızın. Karşında dimdik duracağım. Gözlerin benden kaçsa bile yüreğimdeki bin bir canlının sesi kulaklarına ve oradan da sana, gökyüzündeki bu parlaklığını veren yüreğine erişecek. İşte  o zaman baharı doğanın daim olacak. Baharın, yaşam ve ölüme dair hiçbir hesap içermeyecek. İçinde sadece yüreğimin ve seni bekleyişlerimin sonunda ellerimde kalan sana dair anıları taşıyacak.
Ve  o an. Tam karşındayım. Bana sende kimsin gibi bakıyorsun. Sana, sen bana sormadan kendimi anlatacağım. O kadar kısa olacak ki bu, nerdeyse tek bir cümlede özetlenecek bana dair her şey. Ben; geceleri senin aydınlığını seyreden, gelişin için yollar aydınlansın diye bulutları kovan, her gün güneşi ellerimle parlatan, kışın ölüm kokan terini koklayıp, bahara dair izler bırakanım. Ben içinde baharda canlıların bir mevsimlik ölümlerinden uyanırken çıkardıkları sesleri yüreğinde toplayıp, sana bir  merhaba olarak getirenim. Ben seni uzaktan uzağa sevenim. Ve bu merhabayı duymak senin güzel yüreğinin hakkı ve bu sadece benim ağzımdan dökülmeye layık. Çünkü  canlanırken doğa her gelişinde ve ölürken her şey sen giderken, bu  hummalı bekleyişi ben yaptım. Kimi zaman gözlerimde yaşlar kimi zaman aklımda kalan sana ait uzaktan görünen mimik tebessümlerle. Çünkü var oluyorum sen gelirken. Çünkü yok oluyorum sen giderken. Bunları ben tek başıma yapmıyorum elbet. Senin uzaklardan bile var oluşun doğamı aydınlatıyor. Etrafa savurduğun ışık bedenim ısıtıyor, tenimi aydınlatıyor. Yaşıyor olduğumun farkına varıyorum bin bir böcek ve canlıyla. Bu merhaba onlardan bana, benden de sana bir ufak ama yürekten bir armağan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder