Göz Tuzu
Sonbahardı. Geç kalmış
hüzünler ağaçlardan dökülüyordu. Gece bir karanlığa karışıyordu ve gözlerimden
akan iki damla yaş teninde yitip gidiyordu. Akdeniz’in tuzu teninde kalmıştı.
Bir yerlerde başlayan akıl almaz yangınların dumanları beni boğuyordu. Yüreğim, eskiden kalma anlıları arar
olmuştu. Anılar sanki taze duruyorlar ve her seferinde yeniden canlanıyorlardı,
canımı almak için. Bedenim anılara direniyor, kimi zaman onları yeniyor, kimi
zaman da yok etmeleri için teslim oluyordu. Bu karmaşanın içinde ömür denilen
zamanı doldurur gider olmuştuk. Her seferi gözlerimizden yeni bir fer almak
için kapıda bekliyordu. Ve son bir defa daha kendini o boşluktan kurtarmak,
yüreğine bir parça daha su sunmak için hayatla pazarlık ediyor ve tanrıya
yalvarıyordum. Hayat pazarlıkta beni hep kardırıyordu. Bu karmaşa pazarında
dilediklerimi sağlayamıyor ve adına yenilgi diyordum, kandırılmış
pazarlıklarımın. Sanki çekilen eski bir fotoğraf kadar sarı ve kahverengi
tonlarda bir şehir halini almıştı yüreğim. Yüreğimde sonbaharlar erken gelmiş
ve tüm ağaçların yapraklarını dökmüştü. Anlılar yerlerdeki yaprakların üzerine
bastıkça iç burkan bir ses tüm evreni kaplıyordu. Ansızın yağmur
başlıyordu. Düşlerimiz yağmur sesiyle
çoğalıyor, olamadıkça bizi boğuyordu.
Suskunduk. Susmaktan başka bir
çaresi kalamıyor insanoğlunun; söyleyeceği sözler tükendiğinde. Hep susmayı
öğütlüyorlardı. Bizde alışmıştık dedim ya susuyorduk hep. Susmak; sanki başka
bir lisan olmuştu bizim için. Konuştukça kavgalar ediyor, sustukça sulh
oluyorduk. Tüm o savaşlardan galip çıkma arzumuza rağmen, güneşin bize
bahşettiği dansa aldanıyor ve yenilecek kadar güçsüz ve isteksiz bir hale
geliyorduk.. Düşler gecelerden daha da esmer bir hale geliyor, anlattıkça
aklaşıyor, sustukça siyahlara bürünüyordu.
Ancak konuştukça savaşlar çıkıyor
ve yeni lisanımızda anlaşılmayanı anlatmaya çalışıyorduk.
Doğamız bizlere yeterince bir
vahşilik vermişti, bunu her seferinde ötekinin boynuna sarılarak kanıtlıyorduk.
Bazen daha da vahşi olmak için yeni nedenler arıyorduk. Nedenler arandıkça bulunuyordu. Biri söze
girmeden öteki yeni bulduğu vahşetini, diğerinin üzerine kusmaya başlıyordu.
Birileri, kin denizinin ortasında ya kusan ya da kusulan oluyor, mutlaka
boğuluyordu. Yok olurlarken hiç acı çekmiyor görünüyorlardı ve bir başka
seferinde mutlaka karşılaşmayı istiyorlardı.
Gençliğimizden
getirdiğimiz kalp kırıklıkları nedense hep tek kişilik olmuştu.
İçinde konuya ana fikir
olabilecek ne erkek, ne de kadın vardı.
Her zaman tek kişilik gözyaşları ve gülüşlere sahiptik. İçine kimselerin giremediği garip bir dünya
olmuştu, geçen zamanda adına gençlik değimiz o çağlar. O zamanlar daha bir
verimliydik. Hem sevmek için, hem de diğerini boğmak için. Boğmak aslında
doğamızın belki de sevmemiz için bir armağanıydı. Anlamadık. Yani bu şekilde
bir kudretin varsa, kinin bir deniz olabiliyorsa, neden sevgilerin çağlamasın.
Ama biz nasıl yıkarız kuleleri diye elimizden geldiğince, var gücümüzle
saldırırdık karşımızdakine. Kin, hemen cevap bulurdu muhatabından. Ya bir fazlasıyla cevap bulunuyordu ya da
çekip gidiyordu karşıdaki. Soluk özlemler içeriyordu o çağlarımız. Kimi
sevebilecek kadar ergin, kimi de bunu karşısındakine söyleyemeyecek kadar
seviyordu bir başkasını. İki kişilik hayallerin o kadar azı gerçek olmuştu ki;
yaşlarımız ilerledikçe de aynı şekilde çift kişilik hayallerden uzak durmaya
çalıştık hep. Ama olmuyordu hayaller tek başlarına bir keyif vermiyordu. Kimi
zaman adına başka şeyler dendiği de oluyordu yaşamın. Ancak bizim için sadece
olmamış bir meyve kadar hamdı dünya. Yenidünya. İki kişilik hayaller kurmanın
ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorduk. Yasak gibi bir şeydi bu. Ne kadar da
çekerdi bizleri. O nedenden korka korka iki kişi bir oldu mu savaşmadan önce
kurulurdu tüm hayaller. Sonra tüm şiddetiyle başlardı savaşlar. Dolunay
çıktığında gök yüzü adeta alevlenir, yanardı. Geceler birden başlaması muhtemel
savaşlar için taraftarlarını toplar, herkes bu savaşta kendine düşen yeri
bulur, ona sahip çıkardı. Sözler büyür, ellerde karşı konulmaz bir lezzet
bırakırdı karşıdakinin boğulan kanı. Hayaller kurardık hep iki kişilik. Ama
yaşanan sonlar, her vakit tek kişilik olmuştu nedense. Gökyüzüne kadar
yükselirdi bazen sahip olduğumuz sevgi ve kin. Kimseler önüne geçmeye cesaret
edemez ve teslim olmaktan başka bir çaresi olmadığını düşünürdü hep. Düşünür
düşünür ve ölene dek ağlardı bazıları bu savaşın tam ortasında.
Neden ölüler
ağlamaz? Hepimiz ölüm için kendimize
olan ağıtımızı, anamızın karnından olan bağımızı kopardıklarında yaparız oysa.
İlk gülücük diye bir şey yoktur hayatta. İlk ağlayışsa; her doğumda ardımızdan
gelen ilk işaretidir hayatın.
Kadın için doğurmak, dünyaya yeni
bir ruh taşımak, ona bürünen eti kemiği ve deriyi ortaya çıkarmak ne de
zor. Bir başka yaşamın ilk evi olmak,
günün birinde her şeyden vazgeçerek o hayatı yaşamak ne kadar da zordur bir
kadın için. Peki doğmak ne kadar kolaydır bir bebek için? Yaşamak bilemediğin
dar, nemli ve dışarıdan gürültüler gelen
bir yerde. Ve sonrası senin tüm saflık ve masumluk adına bulunduğun ilk
yerinden biraz doğa gereği, biraz da zorla alınmak ve başka bir tarlaya ekilmiş
tohum gibi oradan oraya sürülmek. Senin için ne kadar kolaydı bu
hatırlayabilecek misin? Alının tam ortasına yapışmış bir keder vantuzuyla
boynunun kopması bahasına çektiğin ilk zorunlu göç, sonu nerede bitecek bilinmez bir yol?
Ve sen buralarda atisini arayan,
fakat doğarken ne denli acılara imza koyduğunu ve yaşarken hissettiğin acıların
büyüklüğüne inanan sen, büyürken çektiğin acıları doğarkenki kadar net
hatırlaya bilecek misin? O zaman da bu günkü kadar umursamaz olabilecek misin?
Korkacak mısın yine acı çekmekten? Ya da bunu söylemekten utanacak mısın?
Sanmıyorum.
Ve yunuslar dans
ediyorlardı mevsim sonbahardı, kışa ait hüzünler sonbahardakilerle baş göz
olmuşlar, gelecek senelerin hüzünlerini karınlarında taşıyorlardı.
Akdeniz’di. Tuzu yüreklerde birer
iz bırakmıştı. İzlere her göz değdiğinde bir defa daha açılıyordu yaralar.
İçinden; doğumda çektiğin acılarından daha fazlası çıkıyor, bedenin allak
bullak oluyor, beden ruha aykırı oluyor, isyanlar çıkıyor, biri içindeki
gemileri yakıyor, gemicilerini ayartıyor bir denizkızı. Birer ikişer sana karşı
geliyor tayfaların. Biri yelkenlerini topluyor, öteki rüzgâra dua ediyor
yelkenler toplanmadan demir alabilmek için. Sana deli diyor bazıları. Biri
kendini rüzgâra kurban vermek için çıkıyor en uzun direğin, en yüksek yerine ve
sana olan isyanını haykırıyor yüzüne ve salıyor oradan kendini denize. Düşüşünü
görüyorsun onun. Ansızın denizin karanlık bir yerine çakılıveriyor bedeni.
Diğerleri ondan cesaret alıp bakabiliyor yüzüne ve hepsinde aynı ifadeyi
görüyorsun. Hepsinin kendini rüzgâra kurban vereceğinden endişe duyuyorsun.
Gemi onların elinde. İsteseler seni hemen orada boğabilirler. Tıpkı; senin bir
başkasını ve bir başkasının da kendi kini ile bir diğerini boğdu gibi. Birden
sana emirler yağdıran içindeki kinin susuveriyor. Aslında o ana kadar yaşamın sukut içinde ne de güzel olabileceğini
bilmiyorsun. İçindeki o herkesi kul etme hırsı seni ağır ağır eritiyor. Sen
sadece onun dediklerini yapıyorsun.
Eriyen ve kul olan gerçekte sen oluyorsun. İçinde çıkan bu isyan önce
seni, sonra da sana yakın olan herkesi alıyor içine. Ve yerle bir oluyor tek kişilik kurduğun ve
olmasına çok güvendiğin hayallerin. Tüm tayfan denizkızının peşi sıra
kayboluyorlar denizin tam ortasında. Artık ne yelkenlerini açacak, ne de çapanı
toplayacak kimse kalmadı. Artık sen ve o tek kişilik düşlerin işte hayat denen;
bu sonbahardaki hüzünlerini başka mevsimlere taşıyan denizin ortasında
yapayalnızısınız. Şu an yüzebilecek
kadar kuvvetin ve isteğin var. Ya yıllar sonra? Kapılmayacak mısın o
denizkızının güzelliğine, bir başka sefer seni ziyarete geldiğinde? Ardından
ağlayacak ve sana karşı isyanlar çıkartacak tayfalarında olmayacak bu sefer.
İkinci en ağır bedelini ödeyeceksin, bu sahip olduğun kin ve susarken sahip
olduğunuz sukutluğu, konuşurken yaşayamadığın için. Gördüğün her güzellikte
olacak yaşadığın, fakat koruyamadığın anlar. Etrafında açan tozpembe baharlar
sana gök yüzüz kadar karanlık ve yeryüzü kadar da yaşlı gelecek. Hayatın sarhoş
bir beden gibi bir sağa bir sola yalpalayarak, tek başına iki kişilik hayaller
kurmakla geçecek. Oysaki deliler gibi iki kişilik düşlerinin olmasını isterken.
Yüreğinin gözyaşları akacak, her yer senden habersizce sırsıklam olacak ve sen
sadece susacaksın.
Ağlıyor olsa yüreğim,
ıslanırdı bedenin. Akan birkaç damla tuz yaşıydı. Ruhun şimdi sırsıklam.
Ellerinde kalan benden sana birkaç tane göz tuzu, sana verebileceğim içinde
kini olamayan ve saf sevgiyle yoğrulmuş bir armağan. Ki yüzün aydınlansın diye,
ellerinde kinin yegâne ilacı olan sevgiyi tut diye. Haydi, bırak artık seni ve tüm dünyayı yok
eden o acımasız o kibirli ruhunu. Aç yüzünü, uzat ellerini ve bir merhaba de
güneşe. İçinde isyanlar sevgi ile çıksın. Sende katıl o isyancılara.
Denizkızlarına sen âşık ol herkesten önce. Sular durulsun. Bırak çiçekler senin
için açsın, kuşlar uçmadan önce omzuna konsun. Ne kadar olmayacak olsalar dahi
sen yine çift kişilik hayaller kur. Unutma ki; hayallerin bir yerinde gerçekler
gizlidir. Gerçeklerin öte yanı ise yaşamın ta kendisidir. Yaşam senden uzakta
değil kuşkusuz. Hemen yanı başında. Senin ona ulaşmanı bekliyor. Denizkızları
ve tayfaların sensiz başlattıkları isyanlarında gayet mutlular. Senin onlara
katılmanı bekliyorlar. Katıldığın zaman değişecek her şey. Birden dünya yaşanır
hale gelecek yine sana sormadan. O zaman yaşadığın tüm o nedensiz yok oluşlar
ve kalp kırıklıkları teker teker yitirecek anlamlarını. Sen o zaman deniz
olacaksın. Denizler kadar engin olacak yüreğin. Üzerinde kini yenmişliğin
verdiği bir gurur olacak. O vakit önemsemeyeceksin ne kadar zorluklarla sahip olduğunu
sevgiyi. Ellerini parçalamak dahi olsa işin içinde onu koruyacak ve cana can
katacaksın. Soğuk ve nemli bir odada olacaksın belki. Belki de en tepesinde
dünyanın. Ama aklında sevgin olacak ve yüreğinle bir olacaksın kurduğun düşleri
yaşamak için. Yaşarken yaşlanmayacak
ölene kadar genç kalacaksın. Yüzünde bir çocuğunu gülüşü olacak hiç çocuk
olmasan bile. Nasıl sevebildiğine sen bile şaşıracaksın. İsyancılar senin
onlara katılışınla sevinecekler ve denizkızının yüreğine kondurulmuş bir tek
gülü sana gösterecekler. Adı sevgi olan her şeye en önde gider olacaksın.
Kendini bir şeylerle avutmadan önce varolduğunu anlayacaksın. Sonun asla
olmayacak, sonsuzlukta olacaksın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder