15 Ocak 2012 Pazar

GÖZ TUZU......Düşler gecelerden daha da esmer bir hale geliyor, anlattıkça aklaşıyor, sustukça siyahlara bürünüyordu.



Göz Tuzu                                                                                                                                    




Sonbahardı. Geç kalmış hüzünler ağaçlardan dökülüyordu. Gece bir karanlığa karışıyordu ve gözlerimden akan iki damla yaş teninde yitip gidiyordu. Akdeniz’in tuzu teninde kalmıştı. Bir yerlerde başlayan akıl almaz yangınların dumanları beni boğuyordu.   Yüreğim, eskiden kalma anlıları arar olmuştu. Anılar sanki taze duruyorlar ve her seferinde yeniden canlanıyorlardı, canımı almak için. Bedenim anılara direniyor, kimi zaman onları yeniyor, kimi zaman da yok etmeleri için teslim oluyordu. Bu karmaşanın içinde ömür denilen zamanı doldurur gider olmuştuk. Her seferi gözlerimizden yeni bir fer almak için kapıda bekliyordu. Ve son bir defa daha kendini o boşluktan kurtarmak, yüreğine bir parça daha su sunmak için hayatla pazarlık ediyor ve tanrıya yalvarıyordum. Hayat pazarlıkta beni hep kardırıyordu. Bu karmaşa pazarında dilediklerimi sağlayamıyor ve adına yenilgi diyordum, kandırılmış pazarlıklarımın. Sanki çekilen eski bir fotoğraf kadar sarı ve kahverengi tonlarda bir şehir halini almıştı yüreğim. Yüreğimde sonbaharlar erken gelmiş ve tüm ağaçların yapraklarını dökmüştü. Anlılar yerlerdeki yaprakların üzerine bastıkça iç burkan bir ses tüm evreni kaplıyordu. Ansızın yağmur başlıyordu.  Düşlerimiz yağmur sesiyle çoğalıyor, olamadıkça bizi boğuyordu.
Suskunduk. Susmaktan başka bir çaresi kalamıyor insanoğlunun; söyleyeceği sözler tükendiğinde. Hep susmayı öğütlüyorlardı. Bizde alışmıştık dedim ya susuyorduk hep. Susmak; sanki başka bir lisan olmuştu bizim için. Konuştukça kavgalar ediyor, sustukça sulh oluyorduk. Tüm o savaşlardan galip çıkma arzumuza rağmen, güneşin bize bahşettiği dansa aldanıyor ve yenilecek kadar güçsüz ve isteksiz bir hale geliyorduk.. Düşler gecelerden daha da esmer bir hale geliyor, anlattıkça aklaşıyor, sustukça siyahlara bürünüyordu.
Ancak konuştukça savaşlar çıkıyor ve yeni lisanımızda anlaşılmayanı anlatmaya çalışıyorduk.
Doğamız bizlere yeterince bir vahşilik vermişti, bunu her seferinde ötekinin boynuna sarılarak kanıtlıyorduk. Bazen daha da vahşi olmak için yeni nedenler arıyorduk.  Nedenler arandıkça bulunuyordu. Biri söze girmeden öteki yeni bulduğu vahşetini, diğerinin üzerine kusmaya başlıyordu. Birileri, kin denizinin ortasında ya kusan ya da kusulan oluyor, mutlaka boğuluyordu. Yok olurlarken hiç acı çekmiyor görünüyorlardı ve bir başka seferinde mutlaka karşılaşmayı istiyorlardı.


Gençliğimizden getirdiğimiz kalp kırıklıkları nedense hep tek kişilik olmuştu.
İçinde konuya ana fikir olabilecek ne erkek, ne de kadın vardı.  Her zaman tek kişilik gözyaşları ve gülüşlere sahiptik.  İçine kimselerin giremediği garip bir dünya olmuştu, geçen zamanda adına gençlik değimiz o çağlar. O zamanlar daha bir verimliydik. Hem sevmek için, hem de diğerini boğmak için. Boğmak aslında doğamızın belki de sevmemiz için bir armağanıydı. Anlamadık. Yani bu şekilde bir kudretin varsa, kinin bir deniz olabiliyorsa, neden sevgilerin çağlamasın. Ama biz nasıl yıkarız kuleleri diye elimizden geldiğince, var gücümüzle saldırırdık karşımızdakine. Kin, hemen cevap bulurdu muhatabından.  Ya bir fazlasıyla cevap bulunuyordu ya da çekip gidiyordu karşıdaki. Soluk özlemler içeriyordu o çağlarımız. Kimi sevebilecek kadar ergin, kimi de bunu karşısındakine söyleyemeyecek kadar seviyordu bir başkasını. İki kişilik hayallerin o kadar azı gerçek olmuştu ki; yaşlarımız ilerledikçe de aynı şekilde çift kişilik hayallerden uzak durmaya çalıştık hep. Ama olmuyordu hayaller tek başlarına bir keyif vermiyordu. Kimi zaman adına başka şeyler dendiği de oluyordu yaşamın. Ancak bizim için sadece olmamış bir meyve kadar hamdı dünya. Yenidünya. İki kişilik hayaller kurmanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorduk. Yasak gibi bir şeydi bu. Ne kadar da çekerdi bizleri. O nedenden korka korka iki kişi bir oldu mu savaşmadan önce kurulurdu tüm hayaller. Sonra tüm şiddetiyle başlardı savaşlar. Dolunay çıktığında gök yüzü adeta alevlenir, yanardı. Geceler birden başlaması muhtemel savaşlar için taraftarlarını toplar, herkes bu savaşta kendine düşen yeri bulur, ona sahip çıkardı. Sözler büyür, ellerde karşı konulmaz bir lezzet bırakırdı karşıdakinin boğulan kanı. Hayaller kurardık hep iki kişilik. Ama yaşanan sonlar, her vakit tek kişilik olmuştu nedense. Gökyüzüne kadar yükselirdi bazen sahip olduğumuz sevgi ve kin. Kimseler önüne geçmeye cesaret edemez ve teslim olmaktan başka bir çaresi olmadığını düşünürdü hep. Düşünür düşünür ve ölene dek ağlardı bazıları bu savaşın tam ortasında.


Neden ölüler ağlamaz?  Hepimiz ölüm için kendimize olan ağıtımızı, anamızın karnından olan bağımızı kopardıklarında yaparız oysa. İlk gülücük diye bir şey yoktur hayatta. İlk ağlayışsa; her doğumda ardımızdan gelen ilk işaretidir hayatın.
Kadın için doğurmak, dünyaya yeni bir ruh taşımak, ona bürünen eti kemiği ve deriyi ortaya çıkarmak ne de zor.  Bir başka yaşamın ilk evi olmak, günün birinde her şeyden vazgeçerek o hayatı yaşamak ne kadar da zordur bir kadın için. Peki doğmak ne kadar kolaydır bir bebek için? Yaşamak bilemediğin dar,  nemli ve dışarıdan gürültüler gelen bir yerde. Ve sonrası senin tüm saflık ve masumluk adına bulunduğun ilk yerinden biraz doğa gereği, biraz da zorla alınmak ve başka bir tarlaya ekilmiş tohum gibi oradan oraya sürülmek. Senin için ne kadar kolaydı bu hatırlayabilecek misin? Alının tam ortasına yapışmış bir keder vantuzuyla boynunun kopması bahasına çektiğin ilk zorunlu göç,  sonu nerede bitecek bilinmez bir yol?
Ve sen buralarda atisini arayan, fakat doğarken ne denli acılara imza koyduğunu ve yaşarken hissettiğin acıların büyüklüğüne inanan sen, büyürken çektiğin acıları doğarkenki kadar net hatırlaya bilecek misin? O zaman da bu günkü kadar umursamaz olabilecek misin? Korkacak mısın yine acı çekmekten? Ya da bunu söylemekten utanacak mısın? Sanmıyorum.


Ve yunuslar dans ediyorlardı mevsim sonbahardı, kışa ait hüzünler sonbahardakilerle baş göz olmuşlar, gelecek senelerin hüzünlerini karınlarında taşıyorlardı.
Akdeniz’di. Tuzu yüreklerde birer iz bırakmıştı. İzlere her göz değdiğinde bir defa daha açılıyordu yaralar. İçinden; doğumda çektiğin acılarından daha fazlası çıkıyor, bedenin allak bullak oluyor, beden ruha aykırı oluyor, isyanlar çıkıyor, biri içindeki gemileri yakıyor, gemicilerini ayartıyor bir denizkızı. Birer ikişer sana karşı geliyor tayfaların. Biri yelkenlerini topluyor, öteki rüzgâra dua ediyor yelkenler toplanmadan demir alabilmek için. Sana deli diyor bazıları. Biri kendini rüzgâra kurban vermek için çıkıyor en uzun direğin, en yüksek yerine ve sana olan isyanını haykırıyor yüzüne ve salıyor oradan kendini denize. Düşüşünü görüyorsun onun. Ansızın denizin karanlık bir yerine çakılıveriyor bedeni. Diğerleri ondan cesaret alıp bakabiliyor yüzüne ve hepsinde aynı ifadeyi görüyorsun. Hepsinin kendini rüzgâra kurban vereceğinden endişe duyuyorsun. Gemi onların elinde. İsteseler seni hemen orada boğabilirler. Tıpkı; senin bir başkasını ve bir başkasının da kendi kini ile bir diğerini boğdu gibi. Birden sana emirler yağdıran içindeki kinin susuveriyor. Aslında  o ana kadar yaşamın  sukut içinde ne de güzel olabileceğini bilmiyorsun. İçindeki o herkesi kul etme hırsı seni ağır ağır eritiyor. Sen sadece onun dediklerini yapıyorsun.  Eriyen ve kul olan gerçekte sen oluyorsun. İçinde çıkan bu isyan önce seni, sonra da sana yakın olan herkesi alıyor içine. Ve  yerle bir oluyor tek kişilik kurduğun ve olmasına çok güvendiğin hayallerin. Tüm tayfan denizkızının peşi sıra kayboluyorlar denizin tam ortasında. Artık ne yelkenlerini açacak, ne de çapanı toplayacak kimse kalmadı. Artık sen ve o tek kişilik düşlerin işte hayat denen; bu sonbahardaki hüzünlerini başka mevsimlere taşıyan denizin ortasında yapayalnızısınız.  Şu an yüzebilecek kadar kuvvetin ve isteğin var. Ya yıllar sonra? Kapılmayacak mısın o denizkızının güzelliğine, bir başka sefer seni ziyarete geldiğinde? Ardından ağlayacak ve sana karşı isyanlar çıkartacak tayfalarında olmayacak bu sefer. İkinci en ağır bedelini ödeyeceksin, bu sahip olduğun kin ve susarken sahip olduğunuz sukutluğu, konuşurken yaşayamadığın için. Gördüğün her güzellikte olacak yaşadığın, fakat koruyamadığın anlar. Etrafında açan tozpembe baharlar sana gök yüzüz kadar karanlık ve yeryüzü kadar da yaşlı gelecek. Hayatın sarhoş bir beden gibi bir sağa bir sola yalpalayarak, tek başına iki kişilik hayaller kurmakla geçecek. Oysaki deliler gibi iki kişilik düşlerinin olmasını isterken. Yüreğinin gözyaşları akacak, her yer senden habersizce sırsıklam olacak ve sen sadece susacaksın.


Ağlıyor olsa yüreğim, ıslanırdı bedenin. Akan birkaç damla tuz yaşıydı. Ruhun şimdi sırsıklam. Ellerinde kalan benden sana birkaç tane göz tuzu, sana verebileceğim içinde kini olamayan ve saf sevgiyle yoğrulmuş bir armağan. Ki yüzün aydınlansın diye, ellerinde kinin yegâne ilacı olan sevgiyi tut diye.  Haydi, bırak artık seni ve tüm dünyayı yok eden o acımasız o kibirli ruhunu. Aç yüzünü, uzat ellerini ve bir merhaba de güneşe. İçinde isyanlar sevgi ile çıksın. Sende katıl o isyancılara. Denizkızlarına sen âşık ol herkesten önce. Sular durulsun. Bırak çiçekler senin için açsın, kuşlar uçmadan önce omzuna konsun. Ne kadar olmayacak olsalar dahi sen yine çift kişilik hayaller kur. Unutma ki; hayallerin bir yerinde gerçekler gizlidir. Gerçeklerin öte yanı ise yaşamın ta kendisidir. Yaşam senden uzakta değil kuşkusuz. Hemen yanı başında. Senin ona ulaşmanı bekliyor. Denizkızları ve tayfaların sensiz başlattıkları isyanlarında gayet mutlular. Senin onlara katılmanı bekliyorlar. Katıldığın zaman değişecek her şey. Birden dünya yaşanır hale gelecek yine sana sormadan. O zaman yaşadığın tüm o nedensiz yok oluşlar ve kalp kırıklıkları teker teker yitirecek anlamlarını. Sen o zaman deniz olacaksın. Denizler kadar engin olacak yüreğin. Üzerinde kini yenmişliğin verdiği bir gurur olacak. O vakit önemsemeyeceksin ne kadar zorluklarla sahip olduğunu sevgiyi. Ellerini parçalamak dahi olsa işin içinde onu koruyacak ve cana can katacaksın. Soğuk ve nemli bir odada olacaksın belki. Belki de en tepesinde dünyanın. Ama aklında sevgin olacak ve yüreğinle bir olacaksın kurduğun düşleri yaşamak için.  Yaşarken yaşlanmayacak ölene kadar genç kalacaksın. Yüzünde bir çocuğunu gülüşü olacak hiç çocuk olmasan bile. Nasıl sevebildiğine sen bile şaşıracaksın. İsyancılar senin onlara katılışınla sevinecekler ve denizkızının yüreğine kondurulmuş bir tek gülü sana gösterecekler. Adı sevgi olan her şeye en önde gider olacaksın. Kendini bir şeylerle avutmadan önce varolduğunu anlayacaksın. Sonun asla olmayacak, sonsuzlukta olacaksın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder