31 Aralık 2011 Cumartesi

Bugün Seni aramayacaktım.....


Bugün Seni Aramayacaktım   



Saklanmak istediğim o kadar çok yer vardı ki; o zamanlar bu yerlerin hepsini biliyordum ve oralarda olabilirim sanıyordum. Geceleri yüzümü yıldızlarla dolu gökyüzüne çevirdiğimde, bir gün kendi hayatımdan bıkabileceğim aklımdan hiç geçmezdi.  Ama hayattan bıkmak herkesin başına gelebiliyormuş. Bunu anladığımda sen ardına bile bakmadan başka yollara doğru çevirmiştin yüzünü. Akşamdan sabahlara kadar her gece kendi ruhuyla karalanan basit bir yap boz kağıdı gibi yaşam. İnsanlar vardır, bu insanlar için bir takım fikirlerin hayatlarının herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde girmesi ve onları kendi benliklerinden, aykırı bir halde düşündürür olabilmeleri imkânsızdır.
Yaşam sanki bütün kötü oyunlarını bana oynar gibi. Hep bu kötü oyununa geliyorum. Hiçbir zaman onun bu oyunu üzerimden oynamasına karşı çıkamıyorum.
Hayat bir sınav derler; ancak en zor sorular neden hep bana sorulur ki? Düş bile kuramaz hale gelir insan. Tüm bedenden ayrıdır düşler. Düşlerde; bir kahraman ya da bir balıkçısındır, ama düşünde sen, sen olmayı hiç hayal etmezsin. Hep bir başkasının yaşantısı emsal görünür, oysaki sana;  “Yaşamında ne olursa olsun, sadece kendin ol!”,  diyen yoktur. Hep bir başka hayal beklenir senden, sana sorulmayan sadece ne olacağın değil, hayatın köşe başlarını nasıl da habersice geçeceğin ve bir gün bir yerlerde yaşlanıp yok olacağındır.
            

Kendine başka yaftalar yapıştırır ve dersin ki: “İşte ben! Bu olmalıydım aslında.! ” Oysa, yaşamda elinde kalanlar senden başka bir şey değildir. Küçük hayatlar, küçük umutları beslerler. Hayallerin ne kadar büyükse, yaşam denilen saçmalığın senden başkasının başına gelmediğini anlarsın. İnandığın, aslında ölçeklere göre değişmemektedir. Yani seviyorsan, adı sevgidir. Bunu adı başka bir şey olsa da, temelinde yine senin sahip olduğun o his yumakları yatar. Buna; sen ve ben başka isimler taksak da adı değişse bile yüreği yırtışı aynıdır.  Ellerinden fırlayan birkaç damla kan ve kin yüreğinde bir gün ya sevgiye ya da seni bile eriten bir nefrete döner. Yollar ve ardına sakladığın o minicik düşler, bir sabah sıcak bir yatakta hayatı başkalaştıran bir buğuda uyanma özlemidir belki de. Ama hayat bunlara ne kadar müsaade eder bu bilinmez ya da gerçekten seni uyandıracak o buğu beklediğin midir bilemezsin. Ama yollar hep vardır. Yolların sonu; ya bir ovada taş olarak son bulur ya da içindeki düşüşünün hiç bitmeyeceği karanlık bir dehlizde. Dehlizlerde kolların iki yana açık düşerken içinde bulunduğun bu garip durum da nedir diye aklından geçirdiğinde; var oluşunun aslında hep bir dehlizden başkaları içine düşmek olduğunu anlarsın. Düşmek yaşamakla eştir bazı hayallerin kurulduğu o garip coğrafyalarda. Yırtık yüreğinle bulduğun acı başka olmayacaktır. Her zamanki hayaller ve onların kırık yarınları. Her şey aynı yansıma. Sen ve ben olan; o asi, o başıbozuk, o kimsesiz aksinle beraber kendini, hep ama hep aynı dehlizlerden düşüp başka dehlizler içinde bulacaksın.  Hayat sana diğerleriyle aynı oyunları oynayacak her seferinde. Senden daha da güçlü gözyaşı dökenler olacak, daha büyük sızılar çekenler ve senden ayrı olmayan düş kırgınlıklarını yaşayanlar olacak. 
Sadece sana hissettirdikleriyle bir başkasındaki yansımalar farklı olacak ve sana herkese geldiği gibi bir başkasının kederi gibi gelecek..
           

Aslında seni aramayacaktım. Sadece elim telefona gittiğinde aradan bu kadar zaman ve hal geçmişken anladım ki; seni aramalıyım. Neden diye sorma! Nedenler hiç bilemediğim ve hiçbir zaman da anlayamayacaklarımdır.  Yaşamayı,  sadece sorgulamalardan ibaret olarak görmüş ve hayatı en azından seninle olduğum bölümleri için nedensiz yaşamayı seçmiştim. Ayrılığımızın da bir nedeni olmamalıydı elbet. Olmadı da. Yalnız senin olmayı seçmiş ve yaşanılası tüm öykülerin içine seni katmıştım. Sen, benden biraz farklıydın. Seçimlerin benden farklı ve bir o kadar da alışık olmadığım durumlardı. Ancak senin hayatının içinde de ben vardım. Bunu bazen sen bana, bazen de ben sana yalanlar söyleyerek yapmıştık. Varsak vardık! Ancak her şey bu kadar da basit değildi kuşkusuz.
Usul usul girdiğinde büyüme çağım yatağıma, bunları o zamanlar düşünmeye fırsatım olamamıştı. Her yer yasaktı o zamanlar, kalp kırıklıklarından teşkil ülkeler vardı ve içinde benden başka kimselerin olmadığı şehirlerde yaşıyordum. İçinde bulunduğun dehlizlerin beni; yeni ve soğuk başka dehlizlere atmasının herhangi bir nedeni yoktu. Ama eski zaman hikâyeleri gibi birden bire gelişmiyordu hiçbir şey. Hayat aşk denilen denklemi çözememiş, çözemediği içinde yine; onu ve seni yok saymıştı. Oysa öyle sevmiştim ki seni; nedeni yoktu ve yeri hiçbir şeyle doldurulacak gibi değildi. Nedeni yoktu sevmelerin ve yeni dehlizlerde kollar açık, zemine kadar düşmelerin.
Gidişin, gelişin kadar farklı oldu. Nedeni yoktu bunun biliyordum. Dünya gülünçtü ve bizler içindeki birkaç yitik ve komik hayaldik.  Gerçek olan sadece ve sadece bedenlerimizin ansızın bir yerlerde kesişmesiydi. İlk defa bir rüya olarak girmiştin ruhuma ve hayatıma. Rüya gerçek kadar ıslak ve olmayacak kadar güzeldi. Birçok insandan gördükleri rüyaları dinlemiş ve bunların kaçının olduğunu merak etmiştim hep. Bana birçok rüyalarının gerçekleştiği söylüyorlardı. Ama benim gördüğüm rüyalar hiçbir zaman gerçek olmamıştı. Bunun için benim gördüğüm bir rüyaya bir şans vermem düşünülemezdi. Kendiliğinden olacaktı ya da olmamış bir rüya gibi diğerlerinin yanında bulacaktı kendini.
Birçok defa seni diğerlerinden ayrı, bir başka hal içinde görürdüm. Bazen yanındaki herkese kızardım. Sen bunlar olurken gayet mutlu ve beni görmez bir halde başkalarıyla olan yaşamını sürdürüp giderdin. O hayatın içinde olmak için o zamanlar karşı konulmaz bir istek duyardım ve isteklerim olmamış rüyaların yanına gider, oralarda kalırdı.


Birçok defa seninle yüz yüze kalmıştım. Aramızda geçen tüm konuşmalarda seni olduğun yerden başka yerlere taşır, tüm masumiyetini bir başka bedenmişçesine ruhuna yükler ve birden ovalara ve dağlara uzanan bir nehrin kenarında, bir ağacın gölgesine götürür bırakırdım seni. Oysa sen içinde bulunduğumuz şehrin kirli gürültüsünü tüm benliğinde hisseder, başka düşlere son bir ceza ya da ödül olmak için yeni bir fırsat beklerdin. Sanki seninle hiç olunamayacak gibi hissederdim o zamanlar. Oysa seninle sadece konuşmak değil tüm bir ruhu paylaşmayı istiyordu benliğim. Düşünceler ve sözler yetmiyordu yani. Seni götürüp kenarına bıraktığım nehir içimizi serinletircesine akıyor ve uyku gözlerinden tüm bedenine yayılıyordu.
Nerede bırakmıştım düşlerimi. Ne kadar biliyordum seni? Bunu anlamak için zaman bana hiç mi hiç yetmedi. Bazen rüyalar gerçeklerle ve gerçekler de hayallere karışıyordu. Alnım ve avuçlarım terliyordu. Kafamın derinlerinde bir yerinde garip ve mutluluk veren bir uğuldama başlıyordu. İşte o an tüm dünya birden gözümün önünden kayıp gidiyordu. Susmak gerekliydi ya da uyuyan başını sevgiyle okşamak. Birden kaldırıp gözlerini bana baktığın zaman rüyaların gerçek olabileceğini düşünmemiştim. Senden o zaman kadar hiçbir şekilde beni bulmanı beklememiştim. Ama nasıl olmuşsa olmuş ve beni bulmuştun. Beni buluşun bir şeyler için ilkti.
Rüyayı yeni görmüştüm ve olmayacağını düşündüğüm için çoktan unutup gitmiştim. Ateşten sözlerin olduğunu tahmin bile edemiyordum. Ama hayat senin ve benim anladığımdan daha da garip. Ne olacağı, ne zaman olacağı belli olmuyor. Birden güneş batıveriyor, birden evlerin perdeleri çekiliveriyor karanlığın üzerine. İşte o an dünyaya yeni ateşler geliyor birden bire.
Rüya karanlıklar içinde başlıyor, gün doğumuna kadar büyük bir istekle sürüyordu. İçinde sen vardın. Ben sadece rüyayı kendi gözlerimden seyrediyordum. Uzaklardan gelip bir odanın herhangi bir yerinde buluşturuyordu rüya seni ve beni. Önce perdeler çekiliyordu geceye, sonra da rüyalara perdeler. Her şey kendi lisanını üretiyor, bilinmedik dillerde anlaşıyordu tüm doğa. Gördüğüm rüya kendini gerçekleştirmek için ardımdan uzun bir süre beni kovalamıştı. Rüyamdan kaçtım. Ve hatta kendime; gidebileceğim yeni yollar buldum.
Yollar hep bir diğerini getiriyor, ömür; yol için bir başka çaba oluyordu sanki. Ancak nereye kadar kaçabilirdi ki insan. Rüya olacaksa olurdu, bunun önüne kimseler geçemezdi. Gece bir başka hale bürünüp, kendini yaşamın tam ortasına atıverdi. İçinde sen ve ben kaldık. Yapacak hiçbir şey yoktu, sarıldık. Rüya gerçeğe dönmüştü. Birden durup baktım ve rüyaların gerçek olabileceğine o vakit inandım. Kendi rüyalarım bile.
Ellerimi birden ellerinde bulmak ve yaşanabilir tüm tatları alabilmek ve yaşamda iki kişinin birden yanı rüyayı görmesi, denizlerin sonunu arayıp da bulan denizcilerin coşkusu gibi sarmıştı her yanımı. Yanında hiçbir şey bitebilecek gibi gelmiyor, sanki yaşadığımız her gün yeniden bir dünya oluyor, bedenlerimizden çıkan ateşler bulunduğumuz her yeri yakıp kül ediyordu. Yanan bedenlerimizden başka hiçbir şey değildi. Yarı acı, yarı tatlı bir şarkı takılıyordu dilime. Sen o büyük ağacın altında sere serpe yatarken ben o şarkının sonun getirmeye çalışıyorum. İçim kıpır kıpır ne seni, ne de seninle yaşayacağım zamanları bilmeden o şarkıyı usanmadan söylüyordum. Bir şeyler hiç eskimez gibi geliyordu o an bana. Yaşamın bizi eskitebileceği aklıma hiç gelmezdi. Oysa onun eskimesi bizim yok olmamız anlamına geliyordu. Ölmeyecektik. Sadece başka nehirlerin kenarında uyuyor olacaktın ve ben başka bir şarkının sözlerini kendi düşlerime söylüyor olacaktım. Ve öyle de oldu sonunda.
Rüya ile başlayan bir düş yalanlarla sona erdi. Sana dair her şey yalandı. Varlığın bile! Ben sadece seni var sanıyordum. Yanımda uyurken bile seni var sanıyordum ne komik. Ancak sen hiç olmadın yanımda. Dokunduğumda sen değildin, bana dokunanda.. Oysaki sen yanımda değil bizzat kendi geçmişinde ve geçmişine ait gölgelerinleydin. Sen; benimleyken kendi gölgelerinle beraber o şehir senin bu harabe benim dolaşıp duruyordun. Bana bazen o gölgelerin adlarıyla sesleniyordun bana. İşte o zaman ben oracıkta yok oluyordum. Ama sevmiştim seni bu gerçekti. Gölgeler umuruma gelmemişti ilk zamanlar. Çünkü onları ne tanıyor ne de tanımak istiyordum. Varlıklarıyla yaşabilirdim belki ama onları hayatım her anında görmek beni delirtiyor ve içimdeki delilerin gürültü yapmalarını sağlıyordu.
Oysaki farklı olabilirdi her şey. Tüm gölgelerini bana anlayacağım gibi söyleseydin, içimde onları yenebilir, onları çoğaltmaz ve yüreğimin aydınlığı ile onları dağıtabilirdim.  Ama olmadı. Bunları sen, bana sonsuzluğu yaşamaya başlayacakken, sanki sana âşık olmamam için ansızın söyledin. Oysa ne de müsaittik aşık olmaya. Seni ve beni ayıran sadece yollardı. Yollara alışkındık. Hiç yabancı hissetmedim yollara düştüğümde. Sende kendini bir yabancı gibi hissetmezdin eminim. Ama yalnızlığımızdan kopamadık. Bunu yapacak kudretimiz vardı. Yapsaydık belki de; şimdiki buhranlarımızın kaçı yaşıyor olurdu bilmiyorum.   
Hayatı yeterince anlamak için ölmek gerek sanırım. Ölmek için vaktin daha çok olduğuna dair inançlar var yüreğimde. Ölümü o bana gelene dek aramayacağım. Tıpkı seni aramaya elimin varmadığı gibi. Aslında fark ediyorum ki; seni aramamalıydım. Ne oldu, neden oldu aradım?
Sorma işte bugün seni aramayacaktım, aramadım da!









Hiç yorum yok:

Yorum Gönder