20 Ocak 2012 Cuma

Olmayacak..."Ya sus olursun ya da en iyi saklandığın yerde bulup sobeler seni hayat ve pus olursun. Oysa ne de iyi saklanılmıştır değil mi?"


Olmayacak


Olmayacak. Hiçbir şey istenilen gibi olmayacak. Hiç kimseye haber vermeyecek ölüm. Suskun kalan bedenden başka bir şey olmayacak. Bir koşudan farksız olacak hayat. Her yerde akıl almaz bir telaş,  telaşlardan arta kalan yorgunluk olacak. Üzerine bir yorganı çekebilmenin rahatı olacak huzur denilen. Sokaklar olacak, senden ve bizden habersizce dolaşılan. Ve insanlar olacak adları bile sayılmayan, kimileri için önemin kendisi, kimi için de anılmayan olacak.


Direnerek ölebilmek. Sanki akıl almaz bir buhran ve ortasında tek kalmış bir yaprak. Ne komik hayatı bu denli acımasızca yaşarken; aklımıza, hayalimize âşık olmayı getirebilmek. Oysa neye hakkımız var ki; yaşam dediklerinde senin ve bizim. Başka bir tendi seninle yüz yüze kaldığımız o sular. İçlerinde binlerce balık ve ölü denizcinin, denizkızlarıyla dans ettiği sulardı o sular. Nasıl da özlemiştik onları, ne de hasretle sarılmıştık bir birimize. Yaşam buydu. Zeytin lezzetinde. Dilimin ucundan tüm benliğime yayılan; o lezzet, o koku, senin tadın ve kokun. Bana içinde defalarca boğulmayı isteten o sular. Artık biliyorum, ölüm ve yaşam arasındaki farkı anladığımız ve ancak öldüğümüzde görebildiğimiz; o kimi zaman ince, kimi zaman kalın çizgiyi. Yaşam senden ve bizden önceydi ve sonrada olacak. Ta ki; kendi sonuna imza atana dek, zaman ve insanoğlu. Yaşam senden ve bizden de daha acımasız olacak, yok edeceği hiçbir düşü kalmayıncaya dek. Her doğumun ardındaki sevinç aslında yeni imzalanmış bir ölüm anlaşmasına sevinç olacak. Hayat bizlere kısa bir süre için kiralanmış olacak. Kimileri bedelleri yoksullukla, kimileri varlıkla ağır bir şekilde ödeyecekler. Her gün ölünecek. Doğduğunu hatırlamayacak insanoğlu, ölümünü başkaları anımsayacak. Beden büyüyecek, bir büyü olacak görenler için. Büyü ilerledikçe bedenin yaşlanacak. Her gün biraz daha öleceksin. Yaşama dair ödenecek bedel ölüm olacak. Bedelsiz vermeyecekler hiçbir şeyi, yaşamı bile. Hatta bir şey için ödediğin en ağır bedel olacak ölümün. Sahipsiz bırakılmış bir düşü bile kurarken ödeyeceğin bedelleri önceden kabul etmişsin sayacaklar. Sen ise bunlara akıl erdiremeyip sadece bakakalacaksın. Bakarken yorulacak, dizlerin üzerine çöküp öyle kalacaksın.


Birileri mutlaka bedelleri ödetti ve bir başkası da ödedi her zaman. Ödeyen; “Neden?” diye soramadı. Borcu ödemeye o kadar dalmıştı borcu ödeyen, yaşamaya vakti kalmadı. Borcunu sorgulamayı ya hiç istemedi ya da isteyecek oldu yeni borçlar buldu yorgun ruhunu. Oysa bedellere alışmıştık. Ama bir yerde;  “Fazla artık!”, demeye başlayanlar olmuştu. Sesi çıkanlar, ilk olmuşlardı kafaları boyunlarından ayrılıp yerçekimine uyan. Gerçi ses çıkacak kadar da gür olamamıştı. Hiçbir zaman beden iyi beslenememişti.  İyi gıdalar başkalarının emeğiydi ve başka boğazlardan geçiyordu, hak ve hukuk edilmeden, sahipsizce..
Sahipleri çıkacak elbet, uğruna yıllar, terler ve kanların döküldüklerine. Varsa yoksa bir telaş olacak hayat denen karmaşa. Karmaşadan arta kalan yalnızlık ve yalnızlıktan arta kalan hüzün olacak, başka bir şey olamayacak. Oysa sen ve ben dalgalanan sularda tüm doğamızla bir arada olabilecekken; sen ayrı,  ben ayrı düşlerin sahipleri için bilinmedik ve hummalı çabalar içindeyiz. Başka şeyler ararken hep aynı şeyler olacak sen, ben ve düşler.  Umut adına verdiğimiz savaşlardan yorulanlar ve ölenler olacak ama onlar ya bu hummalı koşuya çıkmamış ya da çıkıp geri dönmüş olacak.


Evler olacak. İçlerinde insanlar, karıncalardan farklıca. Onlar gibi olan insanlar, düşlerin ardından gerçeklerden paylarını alacak. Ev kurmak üzerine söylenecek tüm fikirler. Fikirlerden arta kalan gerçekler olacak, gerçekler gün geçtikçe büyüyecek, büyü çoktan bozulmuş olacak, düşlerden arta kalanlar başka hayalleri başka insanlar adına yapmak için koşacak, koşacak ve düşecekler düş kurdukları o minik beşiklerinden aşağıya. Asla sen ve benim gibi olamayacak.
Düş kurarken ölmek istemeyecekler varoldukları andan itibaren. Adımız deliye çıkacak;  biz eskilerin dediği gibi kendimizi yiğit hissedecek ve ilk kafaları kopacaklar listesinde bir numarayı bulacağız. Sen ve biz düşlerden başka yerlerde olmayacağız.


Numaralar olacak telefon defterlerimizde. Her an değişmeye hazır ve yırtılmaya aday sayfalarda olacak tüm dost ve aşklarımızın ismi. Ağlayan yüzlerimiz olacak, yüzlerimizin gülüşlere kardeş olmasını bekleyeceğiz yıllarca. Hep aynı sözler çarpacak duvarlardan kulaklarımıza. “Her şey güzel olacak, bu sefer farklı olacak!”,  diye bağıracak tüm haber bültenleri. Dertlerimiz sadece bizi ilgilendirecek başkaları bu konu hakkında ne yorum, ne de yaşam bildirecekler bizlere hayatlarından kesitlerle. Gördüğümüz kesitler daha kötü yaşamlara ait olacak, gözlerimiz kararacak ve midemiz bulanacak.
Numaralardan hayatlar gidecek bir bir. Aklına gelen sadece yaşama dair ufak ayrıntılar olacak, ruhun bedeninden başka yerlere giderken. Bir an gelecek toprak içinde çürümeye yüz tutmuş bulacaksın bedenini. Bedenin sanki sesin çıktığı ve hatta defalarca âşık olduğun o beden olmayacak. Hiç umursamayacak böcekler; etlerini, kemiklerden kemirmeye başladıklarında, ne seni, ne de her zaman başka başka canlanan ölü düşlerini. Başka bir şey olmayacak öldüğünde ruhun bedenini terk edecek ve doğumundan itibaren başladığını ölme yarışı sona erecek. Birden ölmeyeceksin yani. Yaşarken teker teker kopacak hayattan birkaç bağın daha. Sesin hiç de gür çıkmayacak eğer yaşlanabilirsen günün birinde. Ellerinden dökülen kimi zaman kan, kimi zaman da ter olacak ölene dek. Ya kalp kırmak ya da almak için dönecek dilin. Dilin bir gün umursanamayacak. Susmuş olacaksın yani. Bir kaza diye addettiğin hayat senden habersizce çekip gidecek ya da sen aynı yerde kalacaksın, hareketsiz ve düşsüz. Tabi bir sefer yok olacak herkes, bazı düşler gibi yeniden doğacak binlercesi yine aynı mekanizmanın dişlilerini çevirmek üzere. Başkaları olacak hayatta. Sanki dünya hiç gitmediğin bir düğün ya da mezun olduğun liseye, tekrar uğramak gibi bir şey olacak. Kimse seni ve bizi tanımayacak. Yok, olmak da değil bu. Düşünsene bir defa; yok olmak için yaşanır mı?


Varsa yoksa karın tokluğu. Tüm insanların ortak birleştiği tek ve yegâne nokta. Herkes acıkıyor ancak kim gerçekten doyuyor? Yaşamda böcekler kadar şanslı olan ne var ki? Onlar hep bedenlerden doyuyorlar yaşam içinde.....
Sinemde açan yağmurlar sanki bilmediğim dağlardan aşıp tenhalarını ıslatıyor güneşin. Güneş ellerin kadar yakamıyor yüreğimi. Dilin bir başka bıçak defalarca deşeliyor benliğimi. Sanki biz değiliz bu bedenlerden ayrılacak ve bu toprakların içlerinde bilinmediklerimizi besleyecek olan. Oysa ya yüreğimizi kemirirken gidenler. Başka ne bırakacaklar artlarında. Ah onlar, bizi biz eden bu amansız tutku içerinde kimsesiz bırakmaya ne de çok alışıklar. Hep aynı şeyleri başka şekillerde yapmadılar mı ya! Sıcak memleketlere taşınma hırsıyla beslerken yüreklerimizi, onlar; başka eller tutacaklarını ilan ettiler yüzümüze. Ağlarken görmediler bizi, bizden hep uzaktaydı oluşları. Suskunluğumuzu kin saydılar adlarına, anılarına yapılan. Oysa ne kin, ne de kavga yapacak kadar seviyorduk onları. Bir parça tutku, bir parça yasemin kokusuydu güle benzer tenlerinde aradığımız. Onlar hep gittiler başka hiçbir şey olmadı. Kimsesiz kalışımızın adını bile koyacak vaktimiz olmadı; onlar oralara giderlerken. Kendimizi ne kadar da güçlü hissettirdiler bize. Oysaki onların onlar olmadığını kabul edecek gücü onlar yokken bulduğumuzda kendimize; “İşte!”, dedik. “Yaşam devam ediyor, beden yaşlanıyor başka hiçbir şey olmuyor..”
 Hayat belki de;  üç dilim ekmek parçasının dilimin ucunda olması ve ağızda dağılmasıydı. Ya da kırlangıçlarla konuşurken, bir kelebeğin içinden geçen küfürleri haykırabilen dil olmaktı, kimselerin bilmediği lisanlardan çevrilen. Yaşam ne de garip oyunlar oynar hep. Ya sus olursun ya da en iyi saklandığın yerde bulup sobeler seni hayat ve pus olursun. Oysa ne de iyi saklanılmıştır değil mi?


Bir düşün içinde kaybolup yitmelerin zamanı belki. Kâbusların adı gidenlerin hep o buruk tadı değil mi ki? Yaşam belki de yaşamaktan bir veda bizlere. Bizler ki; üç beş duruma, birkaç kötü düşe rağmen severdik onu. Ve bazen güneş doğarken; içimizdeki yaşama isteği, dağların arkasından zümrüt ve onun eşi Anka kuşunu yakalayacak kadar da hevesliydi. Sözler havada savruluyor. Birazdan burada olmayacak ve hatta hiçliğini yaşatacak hayat. Hey hat! Bu ne amansız bir tavır, bu ne kayıtsız bir gidiş. İçimizden ürperenler sen değil misin yoksa? Sustu içimde koşup duran, bağır çağır benden uzaklaşan itfaiye aracı. Artık yangınlar da çıkmıyor. Yüreğimde değişen hiçbir şey olamayacak, yine aynı kalacak her nesne bıraktığın gibi.
Iramaklar akacak ve otlar büyüyecek bir büyü olacak, bahar girecek kanına ve söz bitecek baharın başladığı yerde..


Öyle sevdik. Bazen öldük öldük dirildik. Ruhlarımız başka yıldızlara eş oldu, başka yıldızlar bizi hiç mi hiç sevmedi. Düşleri değiştirmeye çalışıp ellerimizi her uzattığımızda yokluk olacak sahip olduğumuz. Başka hiçbir şey olmayacak! Düşler kurulacak yine yanıp tutuşan yüreklerimizde. Biri gelip kandırmaya çalışacak, biri ölmemiz için ikna etmeye çalışacak ve sevgi yine ağır cezada daimî hapse mahkûm olacak, yüreğimizi göğüs kafesimize hapsedeceğiz.
Olmayacak. Değişen hiçbir şey olmayacak. Rüzgâr yeniden esecek, yağmurlar ıslatacak. arta kalan sonu gelmemiş düşler olacak. Düşler hapsedilen yüreğimizden çıkıp ıslanmak için zorlayacak göğüs kafesimizi. Canımız yanacak, yüreğe söz geçiremeyeceğiz.. Hep aynı şey olacak; düşüp düşte kalkacağız, uyandığımızda paçalarımızda düşlerden kalma, düşüşlerin çamurları olacak. Düşler sulardan geçecek bazen, umut olacak yaşamda bize ait ufak ayrıntılar. Şaşacağız; “Bunlar nasıl oldu?”, diye. Bazen gülümseyeceğiz. Gülümsemelerimiz gerçek olacak. Yüreklerimizden dökülüp gelen şarkılar olacak, şarkılar başka lisanlarda gelecek bizden olmayanlara, anlamayacaklar neler söylediğini. İşte o an, vakit geç olmayacak kovalayıp yakalayamadığımız düşlerimizi ellerimizin arasında tutmamız için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder