Olmayacak
Olmayacak. Hiçbir şey
istenilen gibi olmayacak. Hiç kimseye haber vermeyecek ölüm. Suskun kalan
bedenden başka bir şey olmayacak. Bir koşudan farksız olacak hayat. Her yerde
akıl almaz bir telaş, telaşlardan arta
kalan yorgunluk olacak. Üzerine bir yorganı çekebilmenin rahatı olacak huzur
denilen. Sokaklar olacak, senden ve bizden habersizce dolaşılan. Ve insanlar
olacak adları bile sayılmayan, kimileri için önemin kendisi, kimi için de
anılmayan olacak.
Direnerek ölebilmek. Sanki
akıl almaz bir buhran ve ortasında tek kalmış bir yaprak. Ne komik hayatı bu
denli acımasızca yaşarken; aklımıza, hayalimize âşık olmayı getirebilmek. Oysa
neye hakkımız var ki; yaşam dediklerinde senin ve bizim. Başka bir tendi
seninle yüz yüze kaldığımız o sular. İçlerinde binlerce balık ve ölü
denizcinin, denizkızlarıyla dans ettiği sulardı o sular. Nasıl da özlemiştik
onları, ne de hasretle sarılmıştık bir birimize. Yaşam buydu. Zeytin
lezzetinde. Dilimin ucundan tüm benliğime yayılan; o lezzet, o koku, senin tadın
ve kokun. Bana içinde defalarca boğulmayı isteten o sular. Artık biliyorum,
ölüm ve yaşam arasındaki farkı anladığımız ve ancak öldüğümüzde görebildiğimiz;
o kimi zaman ince, kimi zaman kalın çizgiyi. Yaşam senden ve bizden önceydi ve
sonrada olacak. Ta ki; kendi sonuna imza atana dek, zaman ve insanoğlu. Yaşam
senden ve bizden de daha acımasız olacak, yok edeceği hiçbir düşü kalmayıncaya
dek. Her doğumun ardındaki sevinç aslında yeni imzalanmış bir ölüm anlaşmasına
sevinç olacak. Hayat bizlere kısa bir süre için kiralanmış olacak. Kimileri
bedelleri yoksullukla, kimileri varlıkla ağır bir şekilde ödeyecekler. Her gün
ölünecek. Doğduğunu hatırlamayacak insanoğlu, ölümünü başkaları anımsayacak.
Beden büyüyecek, bir büyü olacak görenler için. Büyü ilerledikçe bedenin
yaşlanacak. Her gün biraz daha öleceksin. Yaşama dair ödenecek bedel ölüm
olacak. Bedelsiz vermeyecekler hiçbir şeyi, yaşamı bile. Hatta bir şey için
ödediğin en ağır bedel olacak ölümün. Sahipsiz bırakılmış bir düşü bile
kurarken ödeyeceğin bedelleri önceden kabul etmişsin sayacaklar. Sen ise
bunlara akıl erdiremeyip sadece bakakalacaksın. Bakarken yorulacak, dizlerin
üzerine çöküp öyle kalacaksın.
Birileri mutlaka
bedelleri ödetti ve bir başkası da ödedi her zaman. Ödeyen; “Neden?” diye soramadı.
Borcu ödemeye o kadar dalmıştı borcu ödeyen, yaşamaya vakti kalmadı. Borcunu
sorgulamayı ya hiç istemedi ya da isteyecek oldu yeni borçlar buldu yorgun
ruhunu. Oysa bedellere alışmıştık. Ama bir yerde; “Fazla artık!”, demeye başlayanlar olmuştu.
Sesi çıkanlar, ilk olmuşlardı kafaları boyunlarından ayrılıp yerçekimine uyan.
Gerçi ses çıkacak kadar da gür olamamıştı. Hiçbir zaman beden iyi
beslenememişti. İyi gıdalar başkalarının
emeğiydi ve başka boğazlardan geçiyordu, hak ve hukuk edilmeden, sahipsizce..
Sahipleri
çıkacak elbet, uğruna yıllar, terler ve kanların döküldüklerine. Varsa yoksa
bir telaş olacak hayat denen karmaşa. Karmaşadan arta kalan yalnızlık ve
yalnızlıktan arta kalan hüzün olacak, başka bir şey olamayacak. Oysa sen ve ben
dalgalanan sularda tüm doğamızla bir arada olabilecekken; sen ayrı, ben ayrı düşlerin sahipleri için bilinmedik
ve hummalı çabalar içindeyiz. Başka şeyler ararken hep aynı şeyler olacak sen,
ben ve düşler. Umut adına verdiğimiz
savaşlardan yorulanlar ve ölenler olacak ama onlar ya bu hummalı koşuya
çıkmamış ya da çıkıp geri dönmüş olacak.
Evler olacak. İçlerinde
insanlar, karıncalardan farklıca. Onlar gibi olan insanlar, düşlerin ardından
gerçeklerden paylarını alacak. Ev kurmak üzerine söylenecek tüm fikirler. Fikirlerden
arta kalan gerçekler olacak, gerçekler gün geçtikçe büyüyecek, büyü çoktan
bozulmuş olacak, düşlerden arta kalanlar başka hayalleri başka insanlar adına
yapmak için koşacak, koşacak ve düşecekler düş kurdukları o minik beşiklerinden
aşağıya. Asla sen ve benim gibi olamayacak.
Düş kurarken ölmek istemeyecekler
varoldukları andan itibaren. Adımız deliye çıkacak; biz eskilerin dediği gibi kendimizi yiğit
hissedecek ve ilk kafaları kopacaklar listesinde bir numarayı bulacağız. Sen ve
biz düşlerden başka yerlerde olmayacağız.
Numaralar olacak telefon
defterlerimizde. Her an değişmeye hazır ve yırtılmaya aday sayfalarda olacak
tüm dost ve aşklarımızın ismi. Ağlayan yüzlerimiz olacak, yüzlerimizin
gülüşlere kardeş olmasını bekleyeceğiz yıllarca. Hep aynı sözler çarpacak
duvarlardan kulaklarımıza. “Her şey güzel olacak, bu sefer farklı
olacak!”, diye bağıracak tüm haber
bültenleri. Dertlerimiz sadece bizi ilgilendirecek başkaları bu konu hakkında
ne yorum, ne de yaşam bildirecekler bizlere hayatlarından kesitlerle.
Gördüğümüz kesitler daha kötü yaşamlara ait olacak, gözlerimiz kararacak ve
midemiz bulanacak.
Numaralardan
hayatlar gidecek bir bir. Aklına gelen sadece yaşama dair ufak ayrıntılar
olacak, ruhun bedeninden başka yerlere giderken. Bir an gelecek toprak içinde
çürümeye yüz tutmuş bulacaksın bedenini. Bedenin sanki sesin çıktığı ve hatta
defalarca âşık olduğun o beden olmayacak. Hiç umursamayacak böcekler; etlerini,
kemiklerden kemirmeye başladıklarında, ne seni, ne de her zaman başka başka canlanan
ölü düşlerini. Başka bir şey olmayacak öldüğünde ruhun bedenini terk edecek ve
doğumundan itibaren başladığını ölme yarışı sona erecek. Birden ölmeyeceksin
yani. Yaşarken teker teker kopacak hayattan birkaç bağın daha. Sesin hiç de gür
çıkmayacak eğer yaşlanabilirsen günün birinde. Ellerinden dökülen kimi zaman
kan, kimi zaman da ter olacak ölene dek. Ya kalp kırmak ya da almak için
dönecek dilin. Dilin bir gün umursanamayacak. Susmuş olacaksın yani. Bir kaza
diye addettiğin hayat senden habersizce çekip gidecek ya da sen aynı yerde
kalacaksın, hareketsiz ve düşsüz. Tabi bir sefer yok olacak herkes, bazı düşler
gibi yeniden doğacak binlercesi yine aynı mekanizmanın dişlilerini çevirmek
üzere. Başkaları olacak hayatta. Sanki dünya hiç gitmediğin bir düğün ya da
mezun olduğun liseye, tekrar uğramak gibi bir şey olacak. Kimse seni ve bizi
tanımayacak. Yok, olmak da değil bu. Düşünsene bir defa; yok olmak için yaşanır
mı?
Varsa yoksa karın
tokluğu. Tüm insanların ortak birleştiği tek ve yegâne nokta. Herkes acıkıyor
ancak kim gerçekten doyuyor? Yaşamda böcekler kadar şanslı olan ne var ki?
Onlar hep bedenlerden doyuyorlar yaşam içinde.....
Sinemde açan yağmurlar sanki
bilmediğim dağlardan aşıp tenhalarını ıslatıyor güneşin. Güneş ellerin kadar
yakamıyor yüreğimi. Dilin bir başka bıçak defalarca deşeliyor benliğimi. Sanki
biz değiliz bu bedenlerden ayrılacak ve bu toprakların içlerinde
bilinmediklerimizi besleyecek olan. Oysa ya yüreğimizi kemirirken gidenler.
Başka ne bırakacaklar artlarında. Ah onlar, bizi biz eden bu amansız tutku
içerinde kimsesiz bırakmaya ne de çok alışıklar. Hep aynı şeyleri başka
şekillerde yapmadılar mı ya! Sıcak memleketlere taşınma hırsıyla beslerken
yüreklerimizi, onlar; başka eller tutacaklarını ilan ettiler yüzümüze. Ağlarken
görmediler bizi, bizden hep uzaktaydı oluşları. Suskunluğumuzu kin saydılar
adlarına, anılarına yapılan. Oysa ne kin, ne de kavga yapacak kadar seviyorduk
onları. Bir parça tutku, bir parça yasemin kokusuydu güle benzer tenlerinde
aradığımız. Onlar hep gittiler başka hiçbir şey olmadı. Kimsesiz kalışımızın
adını bile koyacak vaktimiz olmadı; onlar oralara giderlerken. Kendimizi ne
kadar da güçlü hissettirdiler bize. Oysaki onların onlar olmadığını kabul
edecek gücü onlar yokken bulduğumuzda kendimize; “İşte!”, dedik. “Yaşam devam
ediyor, beden yaşlanıyor başka hiçbir şey olmuyor..”
Hayat belki de; üç dilim ekmek parçasının dilimin ucunda
olması ve ağızda dağılmasıydı. Ya da kırlangıçlarla konuşurken, bir kelebeğin
içinden geçen küfürleri haykırabilen dil olmaktı, kimselerin bilmediği
lisanlardan çevrilen. Yaşam ne de garip oyunlar oynar hep. Ya sus olursun ya da
en iyi saklandığın yerde bulup sobeler seni hayat ve pus olursun. Oysa ne de
iyi saklanılmıştır değil mi?
Bir düşün içinde kaybolup
yitmelerin zamanı belki. Kâbusların adı gidenlerin hep o buruk tadı değil mi
ki? Yaşam belki de yaşamaktan bir veda bizlere. Bizler ki; üç beş duruma,
birkaç kötü düşe rağmen severdik onu. Ve bazen güneş doğarken; içimizdeki
yaşama isteği, dağların arkasından zümrüt ve onun eşi Anka kuşunu yakalayacak
kadar da hevesliydi. Sözler havada savruluyor. Birazdan burada olmayacak ve
hatta hiçliğini yaşatacak hayat. Hey hat! Bu ne amansız bir tavır, bu ne
kayıtsız bir gidiş. İçimizden ürperenler sen değil misin yoksa? Sustu içimde
koşup duran, bağır çağır benden uzaklaşan itfaiye aracı. Artık yangınlar da
çıkmıyor. Yüreğimde değişen hiçbir şey olamayacak, yine aynı kalacak her nesne
bıraktığın gibi.
Iramaklar akacak ve otlar
büyüyecek bir büyü olacak, bahar girecek kanına ve söz bitecek baharın
başladığı yerde..
Öyle sevdik. Bazen öldük
öldük dirildik. Ruhlarımız başka yıldızlara eş oldu, başka yıldızlar bizi hiç
mi hiç sevmedi. Düşleri değiştirmeye çalışıp ellerimizi her uzattığımızda
yokluk olacak sahip olduğumuz. Başka hiçbir şey olmayacak! Düşler kurulacak
yine yanıp tutuşan yüreklerimizde. Biri gelip kandırmaya çalışacak, biri
ölmemiz için ikna etmeye çalışacak ve sevgi yine ağır cezada daimî hapse mahkûm
olacak, yüreğimizi göğüs kafesimize hapsedeceğiz.
Olmayacak. Değişen hiçbir şey
olmayacak. Rüzgâr yeniden esecek, yağmurlar ıslatacak. arta kalan sonu gelmemiş
düşler olacak. Düşler hapsedilen yüreğimizden çıkıp ıslanmak için zorlayacak
göğüs kafesimizi. Canımız yanacak, yüreğe söz geçiremeyeceğiz.. Hep aynı şey olacak;
düşüp düşte kalkacağız, uyandığımızda paçalarımızda düşlerden kalma, düşüşlerin
çamurları olacak. Düşler sulardan geçecek bazen, umut olacak yaşamda bize ait
ufak ayrıntılar. Şaşacağız; “Bunlar nasıl oldu?”, diye. Bazen gülümseyeceğiz. Gülümsemelerimiz
gerçek olacak. Yüreklerimizden dökülüp gelen şarkılar olacak, şarkılar başka
lisanlarda gelecek bizden olmayanlara, anlamayacaklar neler söylediğini. İşte o
an, vakit geç olmayacak kovalayıp yakalayamadığımız düşlerimizi ellerimizin
arasında tutmamız için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder